***Filmle alakalı içerik bilgisi içerir. İzlenmeden okunmaması daha iyi olabilir.
Eserleriyle zamanının ötesine taşınan insanlar genelde kendi gerçekliklerini oluşturup o gerçekliğin normlarına göre bize alternatif bir pencere sunmuşlar. Biz de nasıl olmuşsa o bazen kasvetli bazen absürt hayatların izini sürmeye meyletmişiz. Bu pencerelerin bana çağrıştırdığı ilk şey hep paralel evrenler kuramı olmuştur. Öyle eserlerle karşılaştığımda, farklı seçimlerle farklı kaderleri yaşayan bir benzerimizin yaşadığı, dünyamıza benzeyen ama asla aynısı olmayan tuhaf bir ortama aniden düşüveririm. Orada zaman başka akar. Neden bir türlü ilerlemiyor bu hayat diye söylenmek yerine anı takip ederim.
Penceremdeki farklı dünya Battal'ındı bu kez. Kısacası, mikro kosmostu, makro kosmosun içinde bir dalgalanmaya neden oldu, hepsi bu. Çay içmek ve aşktan başka bir dileği olmayan, kendi dünyasının kurallarını yaşayan bir adam. Şaman veya derviş veya meczup. Hırlı, hırsız? Aslında hepsi ve hiçbiri. Reha Erdem'e göre bir süper kahraman. Hastalık, ölüm ve para üstü bir varlık. Kaçımız yeni bir coğrafyaya elimizi kolumuzu sallayarak girebiliriz? Hep valizlerle ve sorumluluklarla yüklü omuzlarla gezmeye, yeni bir şey öğrenmeye çalışırız. Battal'ın yükü kendisi. Filmin başlangıç ve bitiş sahneleri, onun hep aynı döngünün içine sıkıştığı ve nereye giderse gitsin aynı şeyleri yaşayacağını söylüyor. Battal özündeki cevherin ilk ışığını, boğulmaktan kurtardığı çocuğa hediye ediyor. Çocuk ona Venüs'ü veriyor. Venüs Battal'a aşkını veriyor.
Olay mahallinin şiirsel dokusu, bildik bir Anadolu şehri gibi ama aslında değil gibi de. Radyo frekanslarındaki geçişlerde yaşanan patlamalar bozulan dengenin kulak tırmalayan sesleri midir, yönetmenin sesleri görüntüdeki dalgalanmaya senkronize etme çabasından mıdır bilmem.
Kahramanı ne kadar mucizevi hasletlerle donatırsak donatalım, iyi niyet taşlarıyla örülüp cehenneme döndürülmüş bir manzarayla karşı karşıya kalıyoruz. Her repliğinden upuzun yazılar çıkartılabilir. Mesela:
-Hayatta her şeyde bela şu ki, herkesin başına gelen aynı.
Reha Erdem filmlerinde gördüğümüz ana tema uygun şartlar oluştuğunda herkesin her şeyi yapabilmesi üzerine işliyor. Bu durum bizi aynılaştırmak için bir parametre olarak görülebilir. Hayvanı insandan daha aşağı görmek de yine aynı felsefeye göre yanlışlanıyor. Bu açıdan modern zaman sufisi olarak lanse edilen Battal'ın böyle aykırı fikirlerinden dolayı müslümanlıkla pek alakası yok diyebiliriz. Para çay içmek, ilaç almak için lazım. O halde camı pencereyi indirebiliriz. Başkasının hakkını gasp etmek, ihtiyacı olanın ihtiyacını gidermekten daha önemli değil.
-Sol eli başımın altında olsun, sağ da beni kucaklasın.
Battal iki farklı aşk türünden bahsediyor bize. Biri şehre sürgün edilmiş, yalnız bir öğretmen hanımla diğeri ise ruh eşi olan Venüs'le geçen yakınlaşma sahneleri. İlkinde fiziksel hazlar almayı seçiyor. Öğretmenin pişmanlığı, dürtülerini kontrol edemeyen insanın hayvandan farksız olmasıyla alakalı replikte gün yüzüne çıkıyor. İkincisi şaman ayiniyle koklaşarak gerçekleşiyor. Battal'ın aşka doymazlığı ve çeşitlendiriş biçiminin başka manaları da vardır illa ki. Benim aklım bu kadarına erdi diyeyim.
Filmin benim için başka oluş nedenlerinden biri kendine özgü bu tuhaf anlatım biçimini bir Türk filminde görmenin yarattığı şaşkınlıktır belki de. (A ay'ı henüz izlememiştim.)Beyaz bir gül bahçesi olarak görülen mekanın içine yaklaştığımızda miras davası uğruna birbirine düşen bir aile görüyoruz. Suçsuzum diyenin hapse atıldığı yerde suçunu itiraf edenin "ya bi git işine" savsaklaması ile def edilmesi o arapsaçının absürdlüğünü yansıtıyor, tıpkı bugünlerde yaşadığımız kimin suçlu kimin masum olduğunun ayırdına varılamaması meselesi gibi. Geç gelen adaletin işe yaramazlığı... Ve sınır meselesi... Muhafazakar davranarak gündelik hayatlarına zeval gelmesini istemeyenler ve para kazanmak isteyenler cephesi... Çok tanıdık. Battal bu sıradanlığın içinde ne kadar tuhaf görünürse görünsün işe yararlığı sebebiyle bağra basılıp, işe yaramadığında tükürülen bir aletten farksız. Fakat dediğim gibi filmin işleyişi içinde her şey o kadar yabancı duruyor ki. Bergman filmi bu desem, Kars'ta ne arar değil mi?
Tek kusuru en göz alıcı sahnelerinden birinin çalıntı olması. Aksi ispat edildiyse de haberim yok. Yoksa böyle bitirmezdim. Daha neler derdim ben, daha neler...
0 yorum :
Yorum Gönder