Kitap : Nihat Sami Banarlı - Türkçenin Sırları


Kelimeler iddiasız sembollerden ibarettir. Biliriz ki o yirmi dokuz harften birkaçı bir araya gelmiştir ve bugüne kadar çok söz söylenmiştir. Yeni ne görebiliriz ki deriz. Her şey söylendi ya deriz. Yine de bizi şaşırtması umuduyla okumak isteriz. Her defasında başka bir kapı, başka bir acı, başka bir umuda bağlanarak sürdürdüğümüz, sonunun çıkmaz sokak olduğunu bildiğimiz yol, ufkumuzun derinliğinde yıllar geçse bile bir silüet olarak yerini korur. Hayat boyu karşılaştığımız tuhaflıklara, sınavlara, tereddütlere karşı bağışıklık kazanmış olmanın avantajını her alanda yaşarız. Her  kahramanın göz yaşını, cesaretini, pusulasını alıp cebine koyan okur bir gün gelir, içindeki sesi dinler. O ses belki bir filmde duyduğu fon müziğindendir, belki uzak şehirlerdeki arkadaşlarının kahkahasıdır ama yaşamak için bir gıda formunu alıp nefes alışverişine gayret katan herhangi bir bilinmeyen olur.  İşte o bilinmeyenlere eklemlenen bu sembolik serüvenin gönüllü yolcusuyum. Bazen küser gibi olurum kelimelerine, kırdığım aynadan kendime bakar gibi bakarım, mesafeli. Bazen de yanağımı dayar uyurum, bir koldur kelimeler, yaslanıp ağlayabilirim. Bana kattığı ne varsa, başka birine katmak için bir şeyler yapma isteği içimi kemirir.      

Böyle zamanlarda edebiyata olan aşkım depreşir. Bir insanın hayalinin noktadan başlayıp koca bir evrene dönüşmesine şehadet etmenin hazzı bile başkadır. Kullandığı kelimelerin ait olduğu dil yazarın sesinden kulağıma ilişir. Kesin tonu böyledir, acaba herkes benim duyduğum gibi mi okuyordur derim.

Becerebilirsem okuduklarıma dair arada sırada bir şeyler yazmak içindi bu girizgah. Kitaplarla aramın mesafeli olduğu bu dönemde, çok isteksiz olsam bile en azında yatmadan önce birkaç satır okuduğum son kitap, Türkçenin Sırları. Banarlı'nın aşırı milliyetçi geçmişi yüzünden yaptığı hataları dahi çekinmeden belirterek ara ara özür dilediği bu güzel kitap, kullandığımız kelimelerin akustiğini değiştiren milletin o kelimenin asıl sahibi olduğunu söylüyor. Başka dilden dilimize geçen kelimeleri dışlayarak, dilde sadeleşme adı altında yapılan katliamın verdiği zararları, Türkçenin bir imparatorluk dili olduğunu ve bunun ne anlama geldiğini çok güzel bir anlatımla sunuyor. Dilini seven herkesin okuması gereken bir kitap. Hayatımızda karşılaştığımız problemlerin büyük çoğunluğunun iletişim eksikliklerinden kaynaklandığını düşünürsek, iletişimin temeli olan dili önemsemeden bu sorunları aşmamız zor. Eksikliklerimi görüp bilinçlenmemi sağlayacağı için çok ufak yaşlarda karşılaşmam  gerekirken çok geç bulmanın hüznünü yaşadım. Alıntıladığım bir pasaj:

 "Nükteyi bilirsiniz: Sultan Aziz devrinin Sadrazam ve Hariciye Nazırı Keçecizade Fuad Paşa, Avrupa'da bir diplomatlar toplantısında bulunuyordu. Söz arasında ortaya latife yollu bir sual atıldı:


-Zamanımızın en kuvvetli devleti hangisidir?
denildi. Keçecizade Fuad Paşa bu suale tereddütsüz şu cevabı verdi:


-Osmanlı imparatorluğu!


-Nasıl olur?!


dediler. O ispat etti:


-Çünkü dedi, siz dışarıdan biz içeriden var kuvvetimizle yıkmaya çalıştığımız halde, o hala ayakta duruyor!"

4 yorum :

Adsız dedi ki...

Çok etkileyici bir kitap belliki !alıp okumalıyım hemen
Sevgiler Esracım

Esra Rebele dedi ki...

Umarım beğenirsin. =)

filan nisa dedi ki...

Bu anekdot daha önceden kulağıma çalınmış gibi...Hoş:)

Kitaplarla aramız her zaman aynı samimiyette olmuyor ama daha önceden okuduklarına dair izlenimlerini de okumak isterim esra:)

Esra Rebele dedi ki...

Unutkan bir insan olduğum için eskşiden okuduğum şeylerin hakkını veremem gibi geliyor. Yine de denerim ilerleyen zamanlarda. =)

 

Blogroll

sardunya, yasemin, zeytin, jacobinia, lonicera, hydrangea